Ödül mü Ceza mı?
Ödül mü? Ceza mı?
Sevgi aramıştım yıllarca. Kimsenin bulamayacağı, kimsenin sevemeyeceği boyutta. Zordu ve korkutan birşey vardı beni bu sevgi konusunda. Aşk biterdi; aşk aslında hiç büyük olamazdı biliyordum. Aşk elde edemeyince birini, birşeyi o zaman büyüktü, o zaman büyük olurdu. Çünkü gözlemiştim tüm insanlarda bunu. Hatta yaşamıştım çocukca; elde edemediğim birine en büyük aşkla bağlandığımı sanmıştım, nice yıllar sonra umduğum sevgiyi bulunca anlamıştım ki; yalanmış herşey. Hatta o çocukça aşkımın, en büyük sandığım aşkın elde edilmemesi beni inanılmaz mutlu etmişti. Büyük sandığım o aşk kesinlikle büyük değilmiş. Eşime aşk ve sevgi ile; ama öyle bir sevgi ki; umduğum gibi, düşlediğim bir boyutta, hiç çıkarsız bir sevgi değil, en önemlisi belki de kimsenin anlayamayacağı duygular vardı içimde ve Şebnem�in içinde.
Çocukken bile, hiç unutmam, belki unutmuşumdur da farkında olmadım hiç; hep aynı şeyi en az ayda bir kerecik yaptığım için her an; beş yaşındayken bile aynı şeyi yaptığımı anımsıyordum ya da anımsıyor gibi oluyordum. Aynanın karşısına geçerdim. Kendime bakardım. �Kimim ya ben, neyim? Nasıl ayakta dururum, nasıl nefes alırım? Gücüm nerden geliyor? Et parçacıkları nasıl canlı? Beynim nasıl düşünür? Yoksa ben yok muyum? Ölünce bu etler toprak olunca herşey bitemez. Peki düşüncelerim? Ya ruhum? O zaman herkesi, tüm sevdiklerimi çok özlemem mi?diye düşünürdüm.
Evet ya... Kimdim ben? Biri işte. Erdem! Bazen tüm dünyanın gözünün kendi üzerinde olduğunu sanan; bazen tek kaldığını sanıp, yalnız kalan biri; ama çocukluktan gençliğine; evlenene kadar hep büyük sevgiyi arayan, hep uman biri. Kimdim ben? Bazen kendini çok zeki sanan, bazen hiç de zeki bulmayan biri; ama sahip olduğu akıl ve zeka ile umduğu o sevgiyi arayan biri. Kimdim ben? Bazen Allah�ın sadece kendini izlediğini sanan biri, bazen de Allah ın kendisini unuttuğunu,, oralı bile olmadığını sanan biri; ama hep o büyük sevgiyi yürekten Allah�ından isteyen biri.
O kadar çok istenmişti ki bu sevgi; öylesine büyük bir sevgi; bulundu, verildi, geld ki; kime anlatsaydım nafle, anlayamazdı... Ama çok büyük bir sevgi. Öyle büyük ki; ödül mü, ceza mı diye tartıştığım anlar oldu. Öyle büyük ve insanın içine işleyen bir sevgi ki; ana sevgisini, baba sevgisini, kardeş sevgisini birleştirin, bir de hiç bilmediğiniz eklentiler yapın ona; tarifi zor mükemmel eklentiler, sonra yürürken, iş yaparken, düşünürken hatta inanın uyurken akılda olan bir sevgi. Siz yorum yapın, cevap bulun bu sevgi ödül ya da ceza diye, evet ya da hayır diye net bir cevap bulun; ben hala tartışayım içimde bu sevgi ödül ya da ceza diye. Aslında bendeki cevabı da saklıydı bu sorunun. Yaşananlara göre ödül ya da ceza olan birşey.
Çektiğim acıyı hiç umursamadım. Böyle büyük bir sevgi elde edilmişse acı da arasıra olmalıydı. Herşeye tahammül mümkün, haksızlık olmasın tek. Sanki o sevgi bulunana kadar birşey yaşanmamıştı hayatta zevkli. Ya da o sevgi arayışı öylesine örtmüştüyki tüm zevkli şeylerin üstünü; sevgi bulununca kalktı örten o garip örtü hayatın tatlarını. Evet Şebnem girince hayatıma; hiç girmesine ihtimal vermeyeceğim bir yolla, bir günde; herşey değişti. Ben hep düşünmüştüm; � böyle bir bulunması zor sevgi umdukça ben, bulamam, bulsam bile; bu değil derim�. Ama hiç düşünmeden o an ve sonra �bu sevgi o sevgi, bu insan Şebnem� demiştim. Sonrası malum duygusal şeyler, hayat zorlukları, anlık şok mutluluklar, bulunan sevginin verdiği büyük mutluluk.
Hep düşündüm; kimse sevdiğini, eşini bu kadar sevemez diye. Dışarda gezerken; bir alışveriş merkezinde mesela; bir tost yemeye paramız yokken, birbirimize bakar gülerdik �ilerde bunlar komik gelecek, bu zorluklar bize mutluluk verecek ilerde� derdik. Hatta üç beş ay işsiz kaldığım bile oldu; aşkım şebnemim ona bile mutlu olacak birşey bulmuştu. Yani zorluklar, yani yaşadığımız problemler değil bizi yıldırması; sadistçe mutluluklar veriyordu bize. Gariptik biz ama iyi garipler, farklıydık ama herkesten çok daha mutlu. Bir eşim vardı; ama emindim, en mükemmel insan diye.
Arada abarttım galiba sevgimi. Biraz da zengin olmuştuk iki tecrübeli bilgisayar mühendisi olarak. Ve diğer insanlara benzediğimiz bir nokta tespit etmiştim; benzememiz gereken. Geçmiş hep daha mükemmel geliyordu, nedense daha mutluluk verici. Bence bu olmamalıydı. Bence bu tüm insanlarda vardı ama; bence olmaması gereken birşeydi. Ve bir şeye daha emindim geçmişin mutluluk vermesi tepe noktaya ulaşırsa hayatın zevk vermesi, yaşama arzusu biterdi insanların, insalığın. Bunu zaten ispatlayacağım size ilerde.
Ne demiştim? Sevgimi abarttım biraz. Öyle an oldu; kesinlikle Şebnem�i herkesten çok sevdim, kendimden bile.
Pek bir şey istemezdi Şebnem benden. Belki de isteyemezdi. Çünkü aklından geçecek olsa dahi yapardım, ederdim, alırdım. Düşünülmesin ki ne güzel. Demek ki değilmiş. Bir insan düşünün; ne istiyorsa olsun. Bir insan düşünün diğer şeyleri ve sevdiği, sevmek istediği insanı herşeyiyle elde etmiş, bir insan; herşeyi var en önemlisi kendisini inanılmaz seven bir eşi. N�oluyor sonunda? Geçmişte yaşanan minik zorluklar daha mutluluk verici oluyor. Başka ne neler? Herşey elde edilmiştir. Kendini seven insan da. Bir gizli, belki bilinmeyen bir mutsuzluk oluşur yürekte insanı minik minik tırtıklayan. Bir hareket arzusu, bir değişiklik arzusu. Eee sonuçta bir de bakmışım birgün Şebnem�in kalbinde değişik istekler. Birgün farketmiştim ki; Şebnem�in kalbinde bir platonik aşk. Çok kolaymış ya anlamak böyle bir durumu. Sarılması değişir karşındakinin sana; nefesini kesecek gibi sarılamaz artık. Çok kolay anlamak. Gözleri öyle anlatır ki ters birşey, gizli birşey var diye; istediğin kadar zeki olma, istemediğin kadar hislerin zayıf olsun; anlarsın, hissedersin. Öyle rahat anlarsınki; olması, yaşanması gereken şeyler daha zayıf yaşanır, karşındaki bir çift göz daha ürkek bakar sana, ses daha titrek...
Sordum; doğruydu. Söyledi, anlattı; çünkü dürüsttük. O an anladım başından kaynar su dökülmesi deyimi ne demek tam anlamıyla. Sustum... Beş ay, altı ay, yedi ay sustum. Şükrüm olayın sadece beyinden geçen üç beş aylık bir fırtına olmasına idi; şükrüm o düşünceyi tek bir insanın dahi bilmemeseydi. Sustum; yedi ay, sekiz ay...
Kimseyi suçlamamıştım. Bendeydi hata; hiç bir insan bu kadar sevilmemeliydi anneden başka, belki bir de kardeş ve babadan başka diye düşündüm. Sustum; kızmadım hiç, bir insana bu kadar değer verilmemliydim diye düşündüğüm oldu. Bir insan düşünün; ruh, hayalet gibi, düşünce sınırları daralmış... Ceset gibi dolaştım susarken sekiz, dokuz, on ay...
Canım Şebnem�im, sevdiğim Şebnem�im... Öyle asildiyki hala; sadece gözlerime bakmadan özür diledi. Minicik bir özür, ama ürkek ve titrek bir özür. Ve asla benden af dilemedi; affedilmeyi haketmediğini düşünüyordu. Benim de içimi tırmalayan � Çivi çıkar ama izi kalır�, �O kalpten bir an bile çıkmışsak bir daha girilmesi eskisinden daha zor� sözleri vardı.
Sustum on ay, onbir ay. Anlamıştım; sevmek ondan başkasını imkansız. Ve bir gece uyuduğumu sandığı bir anda; gayri ihtiyari; bir başka odada, karanlıkta Allah�a haykırışına tanık oldum. İnanılmaz içten, inanılmaz yürek parçalayıcı. İnanılmaz pişman, inanılmaz teslimiyetçi. Öyle bir yakarışki; öyle bir dua ki; o an Allah bu duayı nasıl kabul etmez diye düşündüm. Öyle kısılmışki hıçkırıkları ses çıkmasın diye; bir serbest bırakılsa o kısıtlamalar; hıçkırıklar ne kadar insanı derbeder eder bilmem. O an düşündüm üç saniyede hızlıca herşeyi; elktrik hızında, düşünce hızında hatta tabiki düşündüm.Her insan hata yapabilirdi. Ben de, O da. Ki hata değildi bile desem yeriydi. İnsan düşüncesi bu ve insanın zayıf nefsi. Tek hatası dürüstçe sorulana cevap vermesiydi. O an anladım tekrar hep O�nu sevdim; aslında O da hep beni sevdi. Demiştim ya çok ilgi, sürekli sevgi bunaltmıştı. Bir insan; karşımda; karşımda olduğunu bilmeden içi paramparça; Allah�ına sığınmış. Gittim yanına... Karşısına; mehtap ışığıyla yarım yamalak görünen yüzü. Sustu, hıçkırıklarını yuttu o an. Sustum... Öyle bir sarıldımki o an; onbir ay sarılmadıklarımı da telafi ettim. Sustum; affettim bile demedim. Sustu affet demedi. Sabaha kadar sarılıp sımsıkı uyduk. Sevgimiz için söz verdik; her zaman heryerde; dünyada, ahirette diye. Bir baktık arkamıza; bize acı çektiren o onbir ay yaşanması gereken birşeymiş. Ki sevgimizin gerçek manasını çözebilmemiz için. Gerekliymiş; birbirimizi ezbere sevmememiz için. Ve anladımki; Allah bana verdiği bu sevgiyi bize kötü görünen bir olayla pekiştirdi, perçinledi.
Sizin için adını koymuştum bu sevginin zaten; �Umulan Bulunan Sevgi� diye...
Umulan bulunan sevgi müthişti. Ve artık inanın geçmiştekiler; yaşadığımız andan daha çok mutluluk verici değildi. Hatta bazen �umulan bulunan� sevginin adını değiştirip �En Büyük Sevgi� yapmayı bile düşündüm; �Bahşedilen Sevgi� bahşedilene kadar..
Evet ya...�Bahşedilen Sevgi� ne?... Bahşedilen sevgi rahmetle gelen, verilen sevgi, en büyük sevgi, hayatı perçinleyen sevgi, tüm sevgilerden daha büyük sevgi; Allah�ın bahşettiği sevdi! Evlat sevgisi. Evet... Oğlumuz Emre�yi Allah bahşetmişti bize. Ne anlatsam boş. Nasıl tarif etsem bilemem. Öyle mutluyduk, öyle kalbimiz sevgi ve merhametle doluydu ki Emre için anlatamam...
Yine tatlı zorluklar, esirgenen bir evlat öyle bir mutluluk tarifi imkansız. Bazen duygusallığımdan � Ya allah geri alırsa benden Emre�mi� diye düşünüp onlarca kere saçma sapan, gizli ağladığım olmuştu.
Oğlum bayağı büyümüştü. Dört yaşına gelmişti. Koşuyorduk, top oynuyorduk. Birbirimize sarılıp yatıyorduk. Benden birşeyler istiyordu arasıra annesinin kibarlığında, annesinin ve benim duygusallığımla. Altın sarı saçlı oğlum, kumral yumuşacık teni; koyu yeşil gözleri...
Gün içinde özlerdim. Bazen yaşadıklarımı düşünürdüm. Şükrederdim. Artık �Bahşedilen Sevgi� miz vardı ortak hayatımızda. Bir �baba� kelimesini duymak nelere bedelmiş. Düşünürdüm saçma bir şekilde; � Ya eşim Şebnem ölse ben ne yaparım; oğlum ne yapar?� Öyle üzerdiki bu düşünceler; eşimin ya da oğlumun ölme düşünceleri beni. Oğlum olduktan sonra üç dört senede eminim ki sadece bu düşüncelerin verdiği acıyla saçlarım beyazlaşmaya başlamıştı yavaş yavaş
Duygusal olmam hep düşünmem çok kötü bir şeydi. Ve artık kendime itiraf ediyordum. � Bahşedilen Sevgi� yi �Umulan Bulunan� sevgiden daha çok seviyorum diye. Bunu kimse de yadırgayamazdı. Hayatım sanki oğluma feda edilmiş; O�nun üzüntü çekmemesi için, zorluk görmemesi için harcanmalıydı. Öyle de yapıyordum zaten. Bir sevgi; tarifi imkansız. Öyle seviyordum ki oğlumu eşimin veya oğlumun tek tek ölüm düşüncelerine saplandığımda: �Eşim Şebnem ölürse çok acı çekerim, hem de çok�, �Oğlum Emre ölürse tarifi imkansız bir acı çekerim; evlat acısı�, �Ama eşim ölürse oğlum anasız kalır; büyüdüğünde belki anasını bile hatırlayamaz, kimse de O�na analık edemez, oğlum öksüz kalır, oğlum o acıyı çekmesin hiç, eşim ölecekse birgün oğlum perişan olur, eşim ölecekse ölmesin; oğlum ölsün� diye düşünüyordum. İşte öyle bir garip sevgi. Acı çekeceğine ölsün; ama ya biz?...
Belki de bir histi tüm düşüncelerim. Olacakların bir hissi. Birgün oğlum öldü. Daha hayatı paylaşmaya başlamamışken öldü �bahşedilen sevgim�. Evet! Sadece ve sadece beş basamaklı kahrolası bir merdivenden düştü ve öldü canımın içi. Doğduğuna nasıl inanamadıysam; öldüğüne o an asla. Dünya durdu o an. Merdiven ağladı; kapımız ağladı, evde üzerinde top oynadığı halıların hıçkırıkları geliyordu kulağıma. İnsanları duymuyordum gökyüzünün yere haykırmasından! Böğürür gibi ağlamasından. Trabzan ayağını kaldırıp kaldırıp merdiven basamağına vuruyordu hıçkıra hıçkıra. Ağaçlar duymuş bahçede Emre�nin öldüğünü. Rüzgara; fırtına ol, kasırga ol; sök bizi buradan; oraya savur, Emre�ye götür demişler. Evin duvarları ağlıyordu. Merdiven bakamıyordu bana! Herşey ağlıyordu; insanları duymuyordum! Görmüyordum! Biliyordum Şebnem de orda; ama görmüyordum! Biliyordum; rüya da değildi! Ama kimse mi yoktu; ben mi görüp duymuyordum bilmiyordum. Toprak ağlıyordu; Emre�yi ben almam diye. Otlar ağllıyordu, biz onun toprağının üzerinde yaşamayız diye; ben ne yapıyordum bilmiyordum. Nice sonra farkettim; saatler geçmişti galiba; Emre�mi kucaklamış sarmışım hastanede; kimseye vermiyorum artık. Bakıyorum; birşeyler var etrafımda, birileri, ama onları görecek şekilde bakamıyordum. Şebnem ağlayamıyor, annem ağlayamıyor, kız kardeşim ağlayamıyor, abim ağlayamıyor; nasıl bir görüntüm var bilmiyorum; ama korkuyorlar benden ağlayamıyorlar.
İşte size şimdi ispatlıyorum satırlar önce dediğim şeyi: �Geçmişte yaşananların mutluluk vermesi, geçmiş zamandaki mutluluk tepe noktaya ulaşırsa hayat durur� Durmuştu da. Matematik bile sapıtmıştı. Onbeş günde saçlarımın bembeyaz olmasıyla kimya afallamıştı, biyoloji �benim suçum değil� demişti.
Sevgi ödül mü? Ceza mı? Siz tartışa durun; ben bu ayrılık molasının bitmesini bekliyorum oğluma bir an önce gidebilmek için... Şebnem�i sormayın bana. Mutlaka yakınlarımda, çok yakınımda bir yerdedir.
HOŞCAKALIN